28 Şubat 2015 Cumartesi

Büyük Usta Yaşar Kemal'e Veda


          Usta yazar Yaşar Kemal hayatını kaybetti bugün, benim payıma da ona dair bir şey yazmak düştü naçizane.
Hayata hüzünle başladı; ancak hüzünlere boyun eğmeden onu yenmek için mücadele içinde sürdürdü yaşamını Yaşar Kemal’in babası Sadık Bey aşireti ile birlikte, 1915 yılında bölgedeki olaylar nedeniyle, Van"ın Erciş yöresinden Çukurova"ya göç ederek geldi ve Kadirli"ye yerleşti.  Van"ın Erciş yöresinden Çukurova"ya göç ederek geldi ve Kadirli"ye yerleşti. Oğluna da kendi adı olan Sadık ismini verdi, yanına Kemal’i de ekleyerek. Soyadı kanunundan sonra Gökçeli soyadını aldılar. Bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olması, evde Kürtçe dışarıda Türkçe konuşmak zorunda bırakıyordu onu. Bir camide babası gözlerinin önünde öldürüldüğünde daha beş yaşındaydı Yaşar Kemal, çocuk yüreği kocaman bir acıyı sahiplenmek zorunda kalmıştı. Babasının mezar taşına “Van Muhaciri”  yazmışlardı. Çocukluğu onun deyimiyle eşkiyalığın içinde geçti, dayısının en büyük eşkiyalardan biri olduğunu belirtiyordu. Çocuk ruhunda derin yaralar biriktirmesi onun öykülerinde ve romanlarında bu kadar büyük başarılar elde etmesini sağlamış olsa gerek. Ne çok eser verdi ayaklı kütüphane , bilgi deposu, halk arkadaşı, toplumsal uzlaşmacı, barışçı, ezilenden yana Yaşar Kemal. Eserlerinin ana fikrini kendisi belirtmişti zaten, halktan yana olmak. Sanat anlayışı hep aynıydı:


« Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. [...] Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. » Çok yaşa, çağlar boyunca fikirlerde varlığını sürdür büyük usta. Korkma usta, ölüm bedenini yenebilir; ama düşüncelerini asla…

27 Şubat 2015 Cuma

2015 Saç Modelleri ve Renkleri

2015 yazında hangi saç modellerini göreceğiz merak ediyor musunuz? Hemen size bir ipucu verelim, modeli nasıl olursa olsun saçınız uzun olsun :))




Ombre modası ve bohem dalgalar yine kasıp kavuracak ortalığı. Doğal görünümlü ama bir o kadar da özenilmiş, lüle lüle görünmeyen ama dikkatle dalga verilmiş, fönlenmiş ama doğal duruşuymuş gibi taranılmış saçlar sezonun trendi. ayrıca yüksek olmayan at kuyruğu veya enseden toplanmış saçlar örgü modelleri, balerin topuzlar ve örgü topuzlar ve saç aksesuarları kullanmış rahat topuzlar sezonda en çok tercih edilecek modeller.





 Ayrıca saçlarda ıslak görünüm, saçı yandan ayırmak oldukça rağbet görüyor. Çok çalışmamız gerekiyor çok!Şimdi de hangi saç renklerinin karşımıza sıkça çıkacağına bakalım: Açık kumraldan küllü sarıya doğal geçişler, beyaza çalan abartılı sarı, bakır kestane tonları, karamel sarı, tarçın tonları başta her cilt rengine yakışacak modern bir görünüm elde etmenizi sağlayacak.










26 Şubat 2015 Perşembe

İz Bırakanların İlginç Öyküleri-1

 Mimar Sinan
Uzun zamandır sizlerle tarihte iz bırakmış kişilerin hayatların yaşamından trajikomik kesitler paylaşmaya niyetleniyordum. Yeni okumaya başlayacağım Elif Şafak'ın "Ustam ve Ben" adlı kitabı, bu niyetimi gerçekleştirmeme neden oldu. Kitabın tanıtımını daha sonra paylaşacağım. Kitabı okuyanlar bilir; kitapta geçen usta Mimar Sinan, çırak ise Cihan'dır. Ben de ilk olarak Mimar Sinan'ın hayatından iki ilginç öykü seçtim. İkisi de benim yüreğimi dağlar durur.
 1) Mimar Sinan'ın Aşkı : Rivayete göre mimarımız gönlüne söz geçirememiş ve ilerlemiş yaşına rağmen, dönemin sultanı Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın kızı Mihrimah Sultan'a amansız bir şekilde aşık olmuş, ona kavuşamamış ama Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir.
Mimar Sinan'ın eserlerinden biri olan bu yapı, Sinan'ın, padişahın kızı Mihrimah Sultan'a olan aşkını anlatmıştır.Her bir taşına ona olan aşkını kazır, camiinin mihrimah kadar güzel olmasını ister.
Mihrimah Sultan'ın da doğum günü olan 21 Mart günü, Mimar Sinan'ın Edirnekapı'da yaptığı ve kendi yalnızlığını anlatan bu caminin minaresi arkasından güneş batarken, Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camii'nin o iki minaresi arasından ay doğmaktadır. Zira Mihrimah ay ve güneş demektir ve Sinan bu kelimelerle ironi oluşturmuştur.


2)Mimar Sinan'ın Ölümü: İstanbul halkı devamlı susuzluktan kavrulur. Dönemin en ünlü mimarı Mimar Sinan bu sorunu çözmekle görevlendirilir. Hiçkimsenin umudu yoktur ama Sultan Süleyman ona güvenir. Şehre su getirebildiği takdirde ne dilierse yapılacağını söyler. Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.Suyun önemini oldukça artmıştır,bu nedenle  Kanuni bir ferman çıkanr, der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır."Bu kuralın bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.Ancak zaman hızla akıp gider,İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. 
 Bir gün Sinan'ın saraya çağırılır. Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."


"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: " Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır." Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:


"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Koskoca Mimar, imparatorluğun su ihtiyacını giderecek şanına şan katacak eserler veriyor ama o herkesin su sorununu çözerken kendisi bir damla suya muhtaç ölüyor. Ne üzücü değil mi

24 Şubat 2015 Salı

Avokadolu Elmalı Muhallebi

Bebeklerimiz için oldukça besleyici, doyurucu ve sağlıklı bir vitamin deposuyla karşı karşıyayız.
Malzemeler:
Çeyrek avokado
1 çb süt( 1 yaşından küçük çocuklar için su )
1 yk (tepeleme) irmik
Yarım elma
İsteğe bağlı fıstık, fındık, ceviz, badem
1 çk tarçın
1 tk bal veya pekmez
Yapımı:
Cam rendede elmayı rendeyelim (Elma yerine armut da kullanabilirsiz). Bir yaşından büyük çocuklarımız için süt küçük bebeklerimiz için su kullanacağız. Ben benim dünya tatlım için süt kullandım.Sütü, rendelenmiş elmayı ve irmiği pişirme kabına koyalım. Kaynayıncaya kadar karıştıralım,kaynadıktan sonra bir dakika daha karıştırarak kısık ateşte pişirmeye devam edelim. Altını kapattıktan sonra içine tarçını ve çatalla ezip püre haline getirdiğimiz avokadoyu karıştıralım. Ilıyınca balımızı ekleyelim. Balı sıcakken koyarsak balın vitaminini kaybederiz(Bir yaşından küçük bebeklerde bal alerjen olduğu için tatlandırıcı olarak pekmez kullanabilirsiniz. Ben tatlandıramaya çok gerek görmüyordum:))
       Son olarak içine istediğiniz kuru yemişi katabilirsiniz. Oldukça lezzetli oldu doğrusu, benim kuzum o minik parmaklarını tabağa batırıverdi bile. Afiyet bal olsun tatlı kuzularımıza...

2015 İlkbahar- Yaz Modası Nasıl Mı?





2015 ilkbahar yaz modası bir yandan capcanlı ve modern izler taşırken diğer yandan giysi ve aksesuarlarda  70'lerin izlerini göreceğiz.Büyük çiçekli ve büyük desenli giysiler, bol paça hatta pantolon etek  tarzında pantolonlar, boyuna çizgiler, küçük kareli desenler, süet kumaş deteyları, danteller, baştan sona beyaz giyinmek, püsküller, gömlek elbiseler ve daha neler neler... Elektrik mavisi, haki yeşil, marsala, pas rengi, beyaz, turkuaz ve sarı başta olmak üzere bol renkli bir yaz bizi bekliyor.







2015 Tırnak Modası




Eller ve tırnaklar benim için son derece önemli. Hatta sanırım biriyle tanıştığında farkında olmadan gözü tanıştığı kişinin ellerine kayanlardanım.Temiz ve bakımlı eller… Bebeğim olduktan sonra oje sürmeyi ileri bir tarihe ertelesem de tırnak modasının ne olduğunu paylaşmakta sakınca yok







2015 tırnak modasında nude tonlardan abartılı ojelere,dantel desenlerden sade renklere,metalik tonlardan ombre tırnaklar ve uyumsuz tırnak desenlerine geniş bir yelpaze bizi bekliyor. Bakalım siz hangisini tercih edeceksiniz.

2015’in rengi MARSALA




Gözümüz aydın, bu yılın favori rengi seçildi:MARSALA, diğer adıyla şarap kırmızısı… Hepimize hayırlı olsun. Kızıl ile toprak renginin karışımı olur kendileri. Bir kırmızı ve mor sever olarak bu sevinçli haberi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyarımJ Ev dekorundan aksesuara, kıyafetten kozmetiğe velhasıl aklınıza gelebilecek her türlü detayda yıla damgasını vuracak bu renk bence müthiş enerjik. Şimdiden gözümüzü alıştırsak iyi olacak. İsterseniz şimdi bu rengin çeşitli kullanımlarına bir göz atalım.Siz de bize fikir vermesi açısından bu rengi nasıl kombinleyebileceğimizi yazabilirsiniz.




23 Şubat 2015 Pazartesi

ÇARESİZ MİSİNİZ, ÇARE SİZ MİSİNİZ?




Pek çok kişi yaşamı olduğu gibi kabul eder ve potansiyelini gerçekleştiremez. Değer verdiğiniz kişilerin bu kabullenişleri kanınıza dokunur.Ben de bunu kabullenemeyenlerdenim. Zaman zaman hepimiz gibi karşılaştığım devasa sorunların karşısında kendimi içinden çıkılamaz bir döngünün çaresizliği içinde hapsolmuş hissetsem de bilirim ki yarın yine güneş doğacak. Bu nedenle karşımda durmuş olmuyor işte ne yapsam olmuyor, değiştiremiyorum hiçbir şeyi denmesini kabul edemiyorum. Oysa şimdi o tam da bunu yapıyordu. Evet belki bugüne kadar çabalamış ve olmasını istediği şeyi gerçekleştirememişti ama bu, bundan sonra gerçekleştiremeyeceği anlamına gelmiyordu ki. Yenilmiş, çaresizlik algısına hapsolmuş, gününü ve geleceğini düzenlemekten vazgeçmiş, kendini sadece sıkıntıların gölgesinde bırakıp "güneşli"günlerin hayalini bile kuramaz olmuştu. Bugünkü konumuz da kendiliğinden ortaya çıktı: Meşhur deyim: Öğrenilmiş Çaresizlik
    Dr. Seligman ve çalışma arkadaşları tarafından bulunan bir psikoloji terimi olan öğrenilmiş çaresizlik (learned helplessness), hayvanların ya da insanların, karşılaştıkları olumsuz olaylar üzerinde kontrollerinin olmadığını düşündükleri durumlarda ortaya çıkan apati (duygusuzluk) durumuna denir. Öğrenilmiş çaresizlik, organizmanın davranışlarıyla olumsuz sonucu ortadan kaldırabileceği durumlarda gereken çabayı gösterememesi olarak tanımlanır.Bu konuyu üç somut deneyle daha belirginleştirebiliriz.
    
FiLLER NASIL EĞİTİLİR
    Filler daha yavruyken, kalın bir zincirle bacağından bir direğe bağlanır. Önceleri yavru fil kaçmaya çalışır, uğraşır durur; ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabilir ne de direği yerinden oynatabilir. Fil yavrusu ayağında zincirle büyür ve kaçamayacağını kabullenir. Özgürlük kavramını yitirir. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözülür ve yerine konulan ince bir halatla birkaç santimetre boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanır. Fil, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalır. Çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanır. Fil büyüyünce ipten kurtarılır. Ama artık o alanın dışına çıkamayacağını öğrenmiştir. Gücü yokken başına gelen olumsuz durum, o güçlüğün üstesinden gelecek güçteyken bunu fark edememesi nedeniyle esareti olmuştur.

ZIPLAYAN PİRELER
    Öğrenilmiş çaresizlikle ilgili psikologlar bir pire deneyi yaparlar. Pirenin ne kadar zıpladığını ölçerler ve 50 cm zıpladığını görürler. Pireyi yüksekliği 30 cm olan cam kavanoza koyarlar. Kavanozun ağzını kapatırlar. Kavanozun altından ısıtırlar. Pire ısındıkça zıplar ve zıpladıkça kapağa çarpar. Bir süre sonra pire kapağa çarpmamak için 29 cm sıçrar, düşer. Ama kapağa çarpmaz. Pire bunu alışkanlık haline getirdikten sonra kavanozun kapağını açarlar. Pire hala 29 cm sıçrıyor. Halbuki eskiden 50 cm sıçrardı. Pire bu deneyle 29 cm' den fazla sıçrayamayacağını öğrenir. Çaresizliğine teslim olmayı öğrendi. bu nedenle kurtulabileceği vakit geldiğinde hiçbir şey yapmadan aynı koşullarda yaşamaya devam etti.

KÖPEK BALIĞI DENEYİ
Araştırmacılar bir köpek balığını oda büyüklüğündeki bir cam bölmeye koymuşlar. Cam bölmenin diğer tarafında da birçok küçük balık var. Köpek balığı bu balıklara ulaşmaya çalışmış, ne tarafa gitse cam bölmeye çarpmış, ne kadar uğraştıysa da diğer taraftaki balıklara ulaşamamış. Köpek balığı 21. günden sonra cam bölmelere hiç çarpmamayı öğrenmiş. Cam bölmeye kadar gidiyormuş; ancak tam bölmeye yaklaştığında yönünü değiştiriyormuş. Bunun üzerine cam bölmeyi çıkarmışlar. Köpek balığı oralı bile olmamış. Kendisinin sadece o bölme alanına kadar yüzebileceğini sanıyormuş. Artık diğer balıkları yiyemeyeceğini kabullenmiş ve balıklara dokunamamış. Çünkü köpek balığı çaresizliği öğrenmiş.

    Öğrenilmiş çaresizlik yenilgiyi baştan kabul etme, olumsuzluklara karşı içine kapanma, özgüvenini kaybetme durumudur. Hayatının direksiyonunda senin olmadığına inanman üzerine kurulu bir kavram. Ne çok kişi vardır hayatımızda bizi böyle olmaya sevk eden. Sadece gerçek dostlar ve size gerçekten değer veren insanlardır size inanan ve tam yarıştan kopacakken “Sen bunun üstesinden gelebilirsin” diyen, tam vazgeçecekken kendinizden, yeniden sizin hayata tutunmanızı sağlayanlar. Ancak çevremiz o kadar kalabalıktır ki “Sen bunu yapamazsın,bunu başaramazsın”larla  dolu cümleler de o kalabalık da havada uçuşur. (Tabi burada gerçek durum değerlendirmesi yaparak sizi uyarmaya çalışan kişiler değil, aslında üstesinden gelinebilecek ve potansiyelinizin altındaki zorluklardan bahsediyorum. )
Kişi kendini pasifleştirir ve mücadeleden vazgeçerse kendini içine hapseder ve bir müddet sonra cesaretini kaybeder. Çaresizlik üstesinden gelinebilir bir durumdur aslında; ancak kabul edilmiş çaresizlik, mücadele ve yaşama hevesini söküp atan bir durumdur. Bu durumu özetleyen güzel iki öyküyü paylaşalım:
KURBAĞALAR
Bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:
"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış: "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Sonunda, kurbağaların bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

KARTAL YAVRUSU
Kartal yavrusu, bir vesileyle civcivlerin arasına düşmüş. Civciv olduğunu zannederek civcivler gibi yürürmüş. Civcivler gibi yeri gagalayıp yiyecek arıyormuş. Bir gün havada bir kartal görmüş.
· Muhteşem bir kuş bu ya. Ne kadar yükseklerden uçuyor. Keşke bende onun gibi olabilsem. Onun gibi yükseklerden süzülerek uçabilsem. Diye söylenirken. Yanındaki civcivler demiş ki:
· Bak biz civciviz, o ise kartal. Boşuna hayallere kapılma. Onun gibi yükseklerden uçamazsın.
Kartal yavrusu çok üzülmüş. Çünkü kendisinin de bir kartal olduğunu bilmiyormuş. Birilerinin ona kartal olduğunu söylemesi ve onu buna inandırması gerekiyormuş. Ama söyleyen olmayınca hayatının sonuna kadar civcivler arasında yaşamış.

Hayat bizi bu ikilem arasında bırakır. Ya olumsuz düşünen insanlara karşı kulaklarımızı tıkayacak sağır olacağız, ya da bizi olduğumuz şeyden daha az olmaya mahkum eden koşullar karşısında mücadeleden ve kendimize olan inancımızdan vazgeçeceğiz.
Önerim mi? Olumsuz düşünceleri ve yapamam sözlerinini hayatınızdan çıkarın; çünkü ne yaşanırsa yaşansın biz hep daha fazlasıyız ve Simurg gibi küllerimizden yeniden doğmasını biliriz. Necip Fazıl'ın dediği gibi "Ya çaresizsiniz ya da çare SİZ siniz.” Unutmayın kendi zincirlerinizden kurtulduğumuz zaman özgürlüğe ulaşırız.



21 Şubat 2015 Cumartesi

Bebek Geliyor, Çantanız Hazır Mı?



Bebek Geliyor- Çantanızı hazırladınız mı?
Doğumu yaklaşan annelerin heyecanını çok iyi bilirim:) doğumlar çoğunlukla beklenen günden önce gerçekleşir ve bu nedenle doğum çantanızın, doğum beklediğiniz tarihten en az iki hafta öncesinde hazır olması, doğum sırasında izleyeceğiniz yol haritanızın belli olması ve bir haberleşme ağı kurmuş olmanız gerekiyor. Doğum başladığı an sancılar ve olayın heyecanı ile elinizin ayağınıza girmesi ve pek çok şeyi unutmanız muhtemel. Haberleşmeden sorumlu birini seçip siz olayı sadece ona bildirin bırakın o kişi sizin yükünüzü paylaşssın. Emin olun görevlendirdiğiniz kişiler sizin adınıza bu işi severek yapacaktır.
Kendi doğum hikayemden hareketle bir doğum çantasının olmazsa olmazlarını belirteyim isterseniz belki işinize yarar, unuttuğunuz bir şeyler varsa hatırlatır.Bende eksik bulduğunuz şeyler varsa siz de beni tamamlarsanız sevinirm.
 
Zaman hızla geçiyordu, beklenen güne sayılı anlar kalmıştı doktoruma göre hatta sayılı dakikalar… Sevgili oğlumun tekmeleri iyice kuvvetlenmişti ve annesinin karnında öyle bir büyümüştü ki artık anneciği yani ben onu taşımakta zorlanıyordum. Bu son günleri uzman fotoğrafçımız can dostumuz Sema, fotoğraflarıyla ölümsüzleştirmişti. Tabi sonrasında eşim, annem vs. nin çektiği bir sürü fotograf…
Benim ısrarla vakti var daha inadıyla, kontrole diye yürüyerek hiçbir şey almadan gittiğim hastanede doğum başladı diyip sancı odasına alınmam eşimi biraz panikletse de hemen organize olup annemler, Serpil Ablalar gelivermişler yanımıza.

Çantamızı önceden hazırlamak işimizi kolaylaştırdı. Annem heyecenla bir şey unutma lüksünü yaşayamadı:) Deneyimlediğim gerekli malzemeleri paylaşalım, haydi bakalım doğumu yaklaşan anneler çanta hazırlamaya:
-Doktor kontrollerinizin ve yaptırdığınız tahlillerin toplandığı bir dosya
-Yakınlarınızın ve doktorunuzun telefon numarasının yazılı olduğu bir not defteri
-Nakit para
-İki takım yeni doğan  kıyafet seti ve bebek yeleği
-Bebek nevresim seti(hastahane yatağında yatıramam diyorsanız:))
-Bebek havlusu, mümkünse başlıklı olanlardan
-Mermeşah dedikleri bir kumaştan bez,( havludan önce onu sararsanız ıslaklığı emiyor.)
-İki tane mevsime göre bebek battaniyesi
-Ağız bezi
-Yenidoğan bezi ve ıslak mendil
-Hijyenik ped
-Alt açma bezi 
-Port bebe veya ana kucağı/ araba koltuğu
-Fotoğraf makinesi(fotoğrafı çekecek kişiyi önceden görevlendirin.)
-Doğum türünüze göre ve emzirmeye uygun iki takım pijama veya gecelik.(Bence ilk gün kanamanın yoğun olması nedeniyle gecelik daha uygun. Ayrıca sezeryan doğum düşünenler, dikiş olacağı için yüksek belli iç çamaşırı tercih edin. Normal doğum için gecelik bence daha uygun.)
-Bol bol iç çamaşırı ve bir atlet
-Emzirme sutyeni
-Göğüs kalkanı
-Diş macunu, diş fırçası, parfüm, saçınızı rahat toplayabileceğiniz toka
-ayağınızı sıcak tutacak bir çorap(mevsim ne olursa olsun)
-Hastane çıkışında giyilebilecek kıyafet
-Rahat bir terlik
-İsterseniz lohusa tacı
-Makyaj malzemeleri…

Ve en güzel, en kutsal an mucizenizi kucağa alma zamanı  ...




Başarıya Giden Yol


Malum ülkemiz her şeyin sınava endekslendiği bir sistemin içinde ve hepimiz bu sistemin içinde koşturan yarış atları gibiyiz. Gözlemlerim ve deneyimlerimin bana öğrettiği bir şey var; bir işin başında kaç saat geçirdiğiniz değil, bu saatleri nasıl geçirdiğiniz önemlidir. Hayatımızın her alanı için geçerli olsa da şu anki konumuz ders çalışmak.Dolayısıyla bu, ders çalışırken de göz önünde bulundurmamız gereken altın bir kural.Meşhur bir hikaye vardır, o hikayeyi bir hatırlayalım isterseniz:

"Bir zamanlar gür ağaçlarla dolu bir ormanda iki oduncu ağaç kesiyorlardı. Birisi sabahları diğerinden çok daha erken kalkıyor, ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez hemen ötekini kesmeye başlıyordu. Dinlenmediği gibi, öğle yemeği için bile kendine zaman ayırmıyordu. Akşamları ise arkadaşı eve döndükten sonra bile çalışmalarını sürdürüyordu.
İkincisi ise, ağaç keserken zaman zaman dinleniyor, öğleyin güzelce karnını doyuruyor, akşamüzeri de evine dönüyordu.
Bir süre sonra, ikisi de kestikleri odunları ayrı ayrı dizmeye başladılar. Sonuç şaşırtıcıydı. İkinci oduncu, çok çalışan arkadaşından neredeyse iki kat daha fazla odun kesmişti.
Çok çalışan adam, hayretler içinde: “Nasıl olur, anlamıyorum?” dedi. “Ben senden daha çok çalıştım halbuki…” Öteki durumu, gülümseyerek açıkladı: “Ortada anlaşılmayacak bir şey yok.Doğru, sen durmadan çalıştın, ben ise arada oturup dinlendim; dinlenirken, bir yandan da baltamı biledim. Baltam keskin
olduğu için daha az çabayla daha çok odun kesebildim.”

 Etrafımızda sabahlara kadar ders çalıştım niçin hala düşük not alıyorum ya da başarısız oluyorum diyen o kadar çok öğrenci var ki, kimi çocuğumuz kimi yakınımız kimi öğrencimiz. Oysa keramet sabahlara kadar durmaksızın çalışmakta değil verimli, planlı ve kendini tanıyarak çalışmakta. Zira zihnimizin ve ruhumuzun dinlenmeye, beslenmeye ve geliştirilmeye ihtiyacı var. Aksi takdirde bilmeliyiz ki nasıl sürekli dörtnala koşan yarış atı bitiş çizgisine varamadan yarış dışı kalırsa, plan ve taktik geliştirmeden zihninze nefes alma fırsatı vermeden çalışanlar da hedefe ulaşamazlar.

Sözün özü  "verimli çalışmak=programlı çalışmak"tır. Aslında zamanı  programlamak da hayatı programlamaktır.
Hiç ara vermeden çalışmaya kalkarsanız algılama düzeyi bir müddet sonra düşmeye başlar. Çok ara vererek çalışmaya kalkarsanız bu sefer hatırlama  eğrisi hızla düşmeye başlar. En iyisi, ikisini dengelemek! Başarıya ulaşmak isteyen bir öğrencinin, zamanını günlük olayların akışı içinde rastlantılara bırakmadan, esas amacı doğrultusunda planlı olarak kullanması gerekir.Kendini tanıyan insan kendine uygun çalışma yöntemlerini bulabilir. Yöntemin kişiye ve hedefe yönelik olması çok önemlidir. Zira" Gideceği yeri bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgar yön veremez.". Başarı, yolu ve hedefi uygun yöntemlerle birleşen bu kişiler için kaçınılmazdır. Zira "siz neye hazırsanız o da sizin için hazırdır."(Mark Victor Hansen)

20 Şubat 2015 Cuma

Sütlü İrmik Lokumu

Yeni bir tarifle birlikteyiz. Hem yapımı oldukça kolay hem hafif hem sütlü tatlı hem de sunumda size çeşitli olanaklar tanıyor... Az malzemeyle mucizeler yaratıyorsunuz Daha ne olsun değil mi? :))

Malzemeler:
4 sb süt
9 yk irmik
9 yk şeker
1 paket krem şanti
Hidistan cevizi

Yapılışı:
Süt, irmik ve şeker bir tencerede orta ısıda iyice karıştırılarak pişirilir.Kaynadıktan sonra kısık ateşte üç dakika daha karıştırılarak pişirilir ve ocağın altı kapatılır. Soğuyana kadar ara ara karıştırılarark kabuk tutmaması sağlanır. Ilıkken içine bir paket krem şanti katılır ve karıştırlmaya devam edilir. Soğuyunca genelde elimizde yuvarlayarak şekil verilir; ancak ben bu sefer kurabiye kalıplarıyla değişik şekiller vermek istedim. şekil verirken elinizi biraz ıslatabilirsiniz.
Afiyet olsun...

18 Şubat 2015 Çarşamba

Vicdan ve Gölgeler




Gece başımı yastığa koyduğumda durmadan konuşan bir ses vardı susturamadım onu,susturmak istemedim de… Ancak o konuştukça içimde, yaralarım kanıyordu; o konuştukça öfkem kabarıyordu.Yine de dinledim en azından onun benimle dertleşmesine izin verdim. Üzgünüm vicdanım, nasıl bu hale gelebiliyoruz açıklayamam ki sana ben. İnsanın doğasında var bu desem “eşref-i mahlukat”a yakışmaz ki olanlar, “…mini etek giymeyeceksin, gece dışarı çıkmayacaksın, erkeklerle aynı ortamda bulunmayacaksın, mini etek giyersen tecavüzü göze almışsın…” diyenleri anlayamam ki… Nerede ne zaman susturmuşlar, neye esir etmişler yüreklerini, nasıl bağlamışlar gözlerini, ne zaman anlayacaklar beden dokunulmazlığı hakkının önemini ve sapkınlığın hiçbir mazereti kabul etmeyeceğini. Ey vicdanım hep uyanık kal, ben uyurken bile beni uyar; uyar ki insan olduğumu hatırlayayım; çünkü“Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı olmaktan iyidir. Hesap, insanı makam sahibi yapar da, vicdan daha önemli bir işe yarar: İnsanı insan yapar.”  (Friedrich Wilhelm Nietzsche)
Hayatta para ile alınacak bir çok değerli şeyler olduğunu biliriz; Ama para ile hiçbir zaman onur veya temiz vicdan satın alınamaz, kastım S.Lec’in söylediği “Vicdanı tertemizdi, çünkü onu hiç kullanmamıştı.” anlamına gelen bir ifade değil tabi…Gerçek sevgi ve dostluk para ile alınamaz. Bunlar hak edilerek kazanılır. Para ile ilaç alınır, ama sağlık alınamaz. Para ile yiyecek alınır ama iştah satın alınamaz. Para bir ev alabilir ama bir yuva alamaz. Para lüks şeyler alabilir ama kültür alamaz. Para eğlence alır ama mutluluk alamaz. Sözün özü  “Hayatta en iyi şeyler para ile alınamayanlardır.” Ve sen vicdan, ne mühimdir varlığın. İnsanı, yanlışa götüren kararlar vermekten alıkoyarsın eğer susturulmadıysan. Bir eğilim olarak her insanda bulunsan da, nasıl bir şekle bürüneceğin sosyal öğrenmeyle belirlenir. Evet, vicdanlı olmayı, küçük yaştan itibaren "iç sorumluluk" bilinciyle öğreniriz. Bu yüzden daha küçük yaşlardan itibaren “Nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol”malı insan. (Eflatun )
 Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.( Honore de Balzac); çünkü “En mükemmel adalet vicdandır.” (Victor Hugo,) . ancak “Vicdanı herkes yüreğinde taşımaz; dilinde, midesinde ve hatta cüzdanında taşıyanlar vardır.” Ve bunların vicdanlı görünerek yaptığı vicdansızlıktan korunmak gerekir.  “Yasalar vicdanların içinde çalışıyor olmalı, sadece yasaların çıkması önemli değil.” diyordu Özgecan’ın babası. Muhtemelen  İnsanlar kötülüğü, arzuları kuvvetli olduğundan dolayı değil, vicdanları zayıf olduğundan dolayı yaparlar.” diyen John Stuart Mill ‘in teşhisinden habersiz. Hepimiz vicdanlı olmaktan bahsediyoruz ya “Vicdan, herkesin komşusunu dövmek için aldığı fakat asla kendine karşı kullanmadığı bastonlara benzemez umarım."(Balzac)

 Ah Özgecan ve sen toplumun vicdanı oldun diyorlar ya ben bir şey demiyorum. Ben sadece, okulundan evine gitmek için otobüse binen birinin giydiği kıyafetten tek başına yolcuk etmesine kadar yargılanmasını vs.  hazmedemiyorum, sanki suçlu tecavüze uğrayan, tecavüz edeni aklama çabalarına niçin girilir anlamıyorum. Biz vicdanımızın Özgecan’a sızlatırken tepkimizi çekmesi gereken katilin adını göz ardı ediyoruz.Nasıl ki mağdurun adı uğradığı mağduriyetle simgeleştiriliyorsa, böyle insanlık suçu işleyen kişilerin adı sebep olduğu suçla anılmalı.
 Evet, burada durmalı; sözcükler yetersiz kalıyor zaten, sözcükler anlamsız. Günlerdir bu yazıyı erteliyorum, yazımdan öfke ve kan akmasın, içimden geçenleri doğru ifade edebileyim diye.  Bu nedenle hayatın her alanında vicdanlarımızın susmadığı, satılmadığı günler bizimle olsun, bir sonraki yazıda görüşürüz dostlar diyorum.



Maraş Usulü Tarhana Çorbası

Her yörenin farklı bir tarhanası var. Benim tarifim sadece Maraş tarhanası ile yapılır, toz tarhana ile yamaya çalışmayın:) bu hızla yakında toz tarhana çorbası tarifi de veririm merak etmeyin:))Tarhananın faydalarını saymaya gerek yoktur herhalde. Çorbasına da doyum olmaz hani, üstelik hem yapımı kolay hem malzemesi az hem de hepimiz özellikle çocuklar için çok faydalı... Hadi bakalım annemin tarifiyle çorbamızı yapalım.
Malzemeler (6 Kişi İçin):
2 avuç dolusu tarhana
4 diş sarımsak
1 s.b yoğurt
Sosu için:
3 yk sıvı yağ
1 yk zeytin yağı
1 yk nane
1 tk biber
Yapılışı:
Tarhanalar bir gece önceden suya ıslatılacak. (Eğer buna vaktiniz yoksa daha fazla kaynatarak bu sorunu çözebilirsiniz; ancak suda bekletmek daha çabuk pişmesini sağlıyor.) Bir tencereye tarhanalarımızı alıyoruz ve üzerini yaklaşık üç parmak geçecek kadar su koyuyoruz. Tarhanalar iyice dağılana kadar kaynatıyoruz. Sonra blenderdan geçiriyoruz.Beniz buzluğumda kaynattığım nohutum var, bu işlemden sonra nohutumu da koyup beş dakika dah kaynatıyorum. Nohutunuz yoksa üzülmeyin nohutsuz da gayet lezzetli:) Altını kapattıktan sonra içine bir bardak yoğurdu çırpma teliyle iyice karıştırarak yavaş yavaş ekliyoruz. Aksi takdirde yoğurdumuz kesilir. Buraya kadar her şey muhteşem. Şimdi sos kabımızda iyice ısıttığımız yağın içine nane ve biberimizi ekleyip altını hemen kapatıyoruz (hemen kapatma nedenimiz nanenin yanmaması için)
ve çorbamızın içine sosumuzu katıyoruz. Ohhhh çorbamız hazır afiyet olsun.

15 Şubat 2015 Pazar

Tel Şehriyeli Nefis Yayla Çorbası

Merhaba hepinize, bugün size halamın tarifiyle mükemmel bir çorba tarifi vereceğim.
Beni tanıyanlar bilir,çok hamarat değilimdir; ama hamarat ve müthiş el lezzetine sahip bireylerle dolu bir ailenin kıymetlisiyim.Ben Kahraman Maraş mutfağının eşsiz lezzetlerini iyi bilirim, öte yandan eşimin Gaziantepli olması ve yine harika bir el lezzetine sahip olan ablasının yanımızdaki varlığı, ee bir de becerikli dostlarla kuşatılmış olmam bana bu lezzetleri sizlerle paylaşmayı farz kıldı. İlk tarifimizle başlayalım. Bu çorba bir yaşın üstündeki çocuklarımız için de oldukça besleyici. Şimdiden hepinize afiyet olsun...
Malzemeler:
4 s.bardağı yoğurt
1 yk un
1 yumurta
1 ç. bardağı tel şehriye(dilerseniz arpa şehriye veya pirinç de kullanabilirsiniz.)
1 ç. badağına yakın sıvı yağ(ben ayçiçek ve zeytin yağı karışımı tercih ediyorum.)
1 s.bardağı et veya tavuk suyu (tercihe bağlı isterseniz hiç koymayabilirsiniz.)
Sosu:
2 y. kaşığı sıvı yağ
1 tutam nane ve biber
Yapılışı:
Bir kapta yoğurt, un ve yumurtayı iyice çırpıyorur. İçine bir su bardağı kadar su  konuyalım. Koyu kıvamlı bir ayran elde edeceğiz. eğer kıvamı çok koyu bulduysanız biraz daha su ekleyebilirsiniz. Çırpma teliyle iyice çırptığımız bu karışımı bekletelim. Ocakta iyice ısıttığımız yağın içine tel şehriyeleri atıp, rengi değişene kadar kavuruyoruz. ve sonra diğer tarafta beklettiğimiz karışımı yavaş yavaş katıyoruz. çırpma teliyle, kaynayana kadar karıştırmaya devam ediyoruz. kaynayınca içine biraz tuz atalım ve kısık ateşte beş dakika daha kaynatmaya devam edlim.  diğer tarafta sos kabınızda yağı kaynatın, içine bi tatlı kaşı kadar nane ve bir tutam biber atıp ocağı hemen kapatın. yağın sıcağı yetecektir. Sosunuzu çorbanın üstüne dökün.
Çorbamız hazır. tarifi size yazmadan hemen önce denedim, nefis oldu:) Hepimize afiyet olsun. Halacım tarifin için teşekkürler.


14 Şubat 2015 Cumartesi

En Komik Sevgililer Günü Karikatürleri

Sevgililer Günü  ile ilgili her yerde bir şeyler görüyoruz. Kimimiz büyük bir telaşta ve heyecanla hazırlandı bu güne, kimimiz kapitalist düzenin aldatmacası dedi, kimimiz bize her gün Sevgililer Günü diyor, kimimiz bana ne zaten yalnızım... Her ne olursa olsun bugün Sevgililer Günü, derim ki her şeyi boş verin kendiniz için güzel bir şey yapın. Hadi günü karikatürlerle süsleyelim.