29 Kasım 2015 Pazar

Kampçıyız Biz-2


Çubucak Orman Kampı
Mahir'in kamp maceralarına bir yenisi daha eklendi, vatana millete hayırlı olsun. Bu yıl Çubucak Orman Kampına gittik. Kamp denize sıfır, iskele - 1. ünite ve orta alan denize girmek için tercih edebileceğiniz yerler; ama bana sorarsanız en uygun ve rahat yer 1. ünite... Benim küçük meleğim bu yıl can yeleğiyle kendi kendine yüzdü ve her görenin hayranlığını kazandı. 2 yaşında bir uzaklığı suda böyle mutlu görmek bize de ayrı bir keyif verdi tabi. Kuzucum sabah kalkıp ben denize gidiyorum, diyerek başını alıp gidiyor; anne çok uzaklara gidelim, diye tutturuluyordu tabi sürekli .
Gelelim kamp tanıtımına, kamp oldukça geniş bir alana yayılmış, kampın karşısında sabahtan öğleye kadar köylülerin kendi ürünlerini sattıklarını hatta gözleme yaptıkları bir pazar var. Kampın hemen önünden Marmaris ve Datça'ya minibüsler kalkıyor. Kampın içinde ayrıca ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz bir market var. Denizi ve havası oldukça güzel. Tüm kampçılar birbirine yardım ediyor ve hepsi orayı benimsemiş doğa sever, hatta pek çok kişi çocuğunu orada büyütmüş şimdi de torununu büyütüyor. Denizde Şakayık denilen bir şey var ona dikkat etmek gerekiyor ama oradakiler bunlardan korunmak için özel yollar açmışlar . Denizin aniden derinleşmemesi de çocuklar için oldukça iyi.
Peki biz ne mi yaptık, tabi ki bir gezgine yakışanı ... Kampta konaklayıp etrafta günübirlik geziler, en sevdiğimden...
Mahir'in rotasında Datça,Taşlık Plajı (özellikle öneriyoruz), Eski Datça, bölgedeki bükler ( ki en meşhurları Palamut bükü ve Hayıt bükü) , Knidos Antik Kenti, Marmaris, Marmaris İçmeler, Datça'dan tekne turu, Selimiye, Bozburun, Kızkumu(Belcekız), İnbükü Orman Kampı (buranın denizi muhteşem , ancak girişi sorunlu. Orayı atıl duruma getirmek için yıldırma politikası uygulandığını söylüyor oranın müdavim kamçıları)...
Kamptan ayrılıp evimize dönerken ise rotayı saptırıp Pamukkale travertenler ve Hierapolis antik kentine uğradık tatlı seyyahlar. Açıkçası Hierapolis'te büyülendik, daha fazla zaman ayrılabilirmis .

19 Ekim 2015 Pazartesi

Kelimelerin İnsandılar

İnsan olmak ne demek bilmiyorum son günlerde, açıkçası bir kavram karmaşası yaşıyorum. Sadece seyirci olduğumuz, garip olaylar yaşıyoruz,içimde bir huzursuzluk hakim;ama asla umutsuzluk değil. Biliyorum ki bir gün benim masum çocuğumun gözlerindeki ışıltı gibi pırıl pırıl bir dünya özleminde olanlar galip gelecek tüm kötülüklere. Tüm evrenin barış içinde yaşadığı; nedensiz, niçinsiz, neye ait olduğun - neye sahip olduğun gözetilmeden temiz yürekle herkesin birbirine bakabildiği güzel günler bizimle olsun ne diyelim.Anne merhametinin, baba şefkatinin, insan vicdanı ve onurunun tüm bölünmeri yendiği günler... Bu güzel Nazım Hikmet şiiri de benden size armağan olsun:)
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
  göz gibi çıplak,
el gibi ağır
                     ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
 kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
  onlar : kadın
          ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
              kelimelerin insandılar...
Nazım Hikmet Ran.

4 Ekim 2015 Pazar

Kampçıyız Biz

Mahir’in Kamp Rotası-1
Gökova Orman Kampı

Sürekli ağlayan, uykusuz on bir aylık bir dünya tatlısıyla tatile çıkmak bile çılgınlık gibi görünürken çadır kampı yapmak tam bir çılgınlıktı ve biz yaptık hem de bir ay. Miniğimin bu bir ay içinde altı diş çıkardığını ama yine de hepimiz için muhteşem bir deneyim olduğunu söylemem gerek.
Kampımızı Gökova Orman Kampında yaptık. Alan oldukça geniş ve bol ağaçlıklı. Kamp içinde kampa özel pek çok koy ve meşhur Gökova plajına bağlantı yolu var.
Gelen insanların çoğu oldukça iyi komşuluklar yapan birbirine yardımcı olan hatta uzun yıllardır aynı yere geldikleri için orayı evi gibi benimseyip güzelleştiren insanlar. Bazı çadırların çadır olduğuna inanamazsınız bahçesinde havuz bile kuranlar var. Kamp denize oldukça yakın, ayrıca kampın içinden inilen harika koylar var. Gökova merkeze de yakın olması acil durumlarda eczane ve sağlık merkezine ulaşma endişemi ortadan kaldırdı. Hastaneye umarım gereksinim duymazsınız, çünkü bunun için Muğla’ya gitmeniz gerekir ki bu da yaklaşık yarım saat. Merkezde alış veriş yapabileceğiniz pek çok market var, biz genelde marketlerden alışverişimizi yapıp pratik ama besleyici yemeklerimizi yapmaktan büyük keyif aldık. Kampı  neredeyse sadece konaklama amacıyla kullanıp civar keşiflerine yoğunlaştık. Açıkçası konaklama ve yemek kısmı oldukça ekonomik oldu bizim için, asıl parayı gezmeye harcadık.

Peki bulunduğumuz noktadan nerelere gittik ondan bahsedelim. Biz daha önce Gökova’ya geldiğimiz ve tekne turuna katıldığımız için bu yıl tekne turuna katılmadık ama merkezden mutlaka tekne turuna katılmanızı öneririm. Koylar harika…Hele Kleopatra plajı şahane.
Yine merkezden kalkan Azmak turu yapan tekneler yedi liraya biz bu yıl onu denedik, gelmişken yapmamak olmazdı. Azmağın buz gibi suyu ve akvaryum gibi görüntüsü şifa niyetine görülebilir. Yanda gördüğünüz Azmak kenarındaki yerlerden birinde buz gibi suyun içinde keyif de yapabilisiniz:)
Ayrıca oraya kadar gitmişken uğrayabileceğiniz yerler arasında bence en muhteşemi Akbük. Bunun dışında Sultaniye Kaplıcaları, İncekum, Dalyan-İztuzu, Marmaris, İçmeler uğrayabileceğiniz diğer yakın yerler. Biz elbette ki uğradık; hatta abartıp Fethiye ve Bodrum'a da günübirlik uğradık. Değdi mi derseniz, valla değdi:)Bunlarla ilgili detaylı yazı ve resimler bir sonraki yazıya

8 Haziran 2015 Pazartesi

Baklava Yufkasından Kolay Katmer

Antep Katmerini Bir de Böyle Deneyin
Fıstıklı tatlılara olan hastalık derecesindeki düşkünlüğüm malum. Benim çok sevdiğim ve yapımı oldukça basit bir tatlıyı paylaşmak istedim sizinle, ee bu muhteşem lezzeti kendime saklamak olmazdı. Antep yöresinin meşhur tatlısı "Katmer", elbette ki yörenin ustaları bin bir hünerle daha özel yapıyordur ama ne yapalım canımız her çektiğinde onlara ulaşma şansımız yoksa buyurun benim yorumumla katmer yapmaya...

Malzeme:
1 paket baklava yufkası(her bir katmer için 4 yaprak kullanacağız.)
1 paket kaymak (işte burada benim yorumum devreye giriyor. Ben kaymak sevmediğim için sütlü irmik tatlısı yapıp arasına kaymak niyetine onu koyuyorum, emin olun muhteşem lezzet katıyor. Bir buçuk su bardağı süt, 4 yemek kaşığı irmik, 4 yemek kaşığı şekeri iyice karıştırarak kaynayıncaya kadar pişirin, kaynayınca içine bir paket vanilya katıp kısık ateşte 2-3 dakika daha pişirin içine koyacağınız irmik tatlınız hazır.)
Her katmer için bir yemek kaşığı toz şeker veya pudra şekeri
100 gram kadar tereyağ
100 gr toz antep fıstık içi(Ben bir tanesi için iki avuç kadar fıstık tozu kullanıyorum)

Yapılışı: Tereyağı ocakta eritiyoruz. Her katmer için dört yaprak baklava yufkası kullanacağız. İlk yufkayı tezgaha seriyoruz, katlaması kolay olsun diye ilkini yağlamıyoruz. İkinci kat yufkayı da üzerine serip, fırçayla yağlıyoruz, sırasıyla üçüncü ve dördüncü yaprakları da aynı şekilde yağlayarak üst üste koyuyoruz.Dördüncü katta yağlama işi bitince bir yemek kaşığı kadar toz şekeri serpeleyerek yufkasın her yerine dağıtalım. Daha sonra sütlü irmik tatlısından yufkaya serpiştirelim, üzerine de bolca fıstıktozu dökelim...Yufkaları önce iki uzun kenardan biri diğerinin azıcık üstüne gelecek şekilde katlayalım. Sonra diğer kısa kenarları da aynı şekilde katlayıp kare bir bohça oluşturalım. Üstte kalan kısmı da fırça ile yağlayalım.
               Tavayı ocakta ısıtalım. tavanın dibine yağlı kısmı gelecek şekilde katmerimizi yerleştirip kızarınca çevirmeden önce diğer kısmı da yağlayıp çeviriyoruz. O taraf da kızarınca  tabağımıza alıp biraz da üstüne fıstık tozu serpin.Dörde bölerek servis kolaylığı sağlayabilirsiniz. Yanında ister dondurma ister çilek... Ohhh afiyet olsun:))

2 Haziran 2015 Salı

MAŞUKİYE - SAPANCA GEZİMİZ

Havalar güzelleşti ve biz de en ufak bir fırsatı değerlendirmeye çalışıyoruz. Yoğun iş temposundan sonra kafa dinlemek için günübirlik bir kaçamak yapmak istiyorsanız sizlere bir doğa harikasını tanıtmaktan, sizlerin yeşilin çeşitli tonlarının seyrine dalmanızı sağlamaktan ve akarsuların sesiyle huzura kavuşmanıza vesile olmaktan onur duyarım.
Maşukiye, İstanbul'dan oldukça kolay ulaşabileceğimiz bir güzergahta.Biz 30 Mayıs'ta Maşukiye'ye gidebilme imkanı yakaladık, hava oldukça güzeldi. Her mevsim farklı bir güzellikle sizi karşılayacağı vaat ediliyor.Kendi imkanlarınızla gidebileceğiniz gibi turlarla da gitmeniz mümkün. Zengin bir kahvaltı oldukça makul fiyatlarda. Biz kahvaltıdan sonra yemyeşil bir atmosferde yürüyüşe çıktık.




 Merkezde pek çok tesis, güzel bir çay bahçesi, hediyelik eşya satan birkaç turistik dükkan ve at binebileceğiniz küçük bir alan var. Mevcut akarsular dışında tesislerin oluşturduğu yapay şelale ve havuzlar da ortamı ayrıca güzelleştiriyor. Her köşe ayrı bir kartpostal resmi gibi:) Ben hiç fotograf çektirmeyi sevmediğim için poz çektirmedim desem inanır mısınız;))
 Gezintinin ardından bir Türk kahvesi molası verip, Sapanca'ya doğru yola çıktık. 








 Sapanca
Maşukiye'ye çok yakın, oraya kadar gelip de görmemek olmaz. Açıkçası Sapanca benim beklentilerimin altında kaldı, sadece görmedim dememiş olmanın tadını yaşadım. Göl kenarında bir yürüyüş yapıp, göl kıyısında birer çay molası verdik. Belediyenin işlettiği bir kafede oturduk fiyatlar oldukça makul, o hat boyunca birçok kafe var. Ancak Sapanca'nın genelinde bir bakımsızlık olduğunu belirtmek gerek. Fayton turları ile ziyaretçilerin Sapanca etrafında zevkli bir gezinti yapması da mümkün. 
Birkaç saatlik Sapanca ziyaretinden sonra akşam yemeği için yeniden Maşukiye'nin yolunu tuttuk. Yemekte balık, köfte tavuk gibi seçenekler mevcut, neredeyse her tesisin balık havuzu var. Ben güveçte köfte yedim, balık yiyen arkadalar da oldu. Lezzetli olduğunu belirtelim. Yemekten önce güveçte yörenin özel peynirinden ikram ediliyor, ben asıl onun tadına bayıldım. Yine ara sıcak olarak güveçte kaşarlı mantar veriliyor. Tesislerdeki hizmet ve ilgi oldukça iyiydi. İstanbul'a yakın yerlere gitmek isteyenlere Maşukiye'yi  ziyaret etmelerini önerebilirim. 
Bir sonraki gezimizle ve izlenimlerimizle buluşmak üzere, hoşçakalın:) 

24 Mayıs 2015 Pazar

Bosna Dramının Simgesi - Mavi Kelebekler

Bosna Hersek'te insanlık, tarihin en korkunç katliamlarından birine tanıklık etti. Hepimizi insanlığımızdan utandıran katliamlardan, işkencelerden, tecavüzlerden, kıyımlardan bahsetmeyeceğim, zira bahsetmeye bile gücüm yok.Bu katliamla ilgili geçenlerde okuduğum başka bir detayı sizlerle paylaşmak istedim,bir türlü fırsat olmamıştı. Kısmet bu güneymiş.
Sırplar 1992-1995 yılları arasında çok yoğun bir şekilde Boşnaklara toplu katliam uygulamış; ancak cesetleri de kimse bulamasın diye çok derin kazdırdığı mezarlara koydurmuş. Katliam yapanlar çevreyi oranın bitki örtüsüne uygun şekilde yeniden yeşillendirdiler. Uydu resimleri için manyetik değişkenlik taraması yapılmasın diye mezarların içine metaller bıraktılar. 2007 yılında  Uluslararası Adalet Divanı Sırbistan'ın katliam yaptığına dair bir delil bulunamadığını belirtiyordu. Hatta o günlerin tabiriyle "Ortada bir katliam var ama buna dair bir delil yok." deniliyordu, dünyanın gözü önünde işlenen cinayetlere karşın. Bunun üzerine Bosna devleti toplu mezarların bulunmasına dair bir komisyon kurmuştu. Bir türlü cesetler bulunamıyordu.
Katliam yapanların  cinayetleri gizlemek için yaptıklarına rağmen  doğa bu katliamın üstünü örtmeye razı gelmedi. Cesetlerin toprağı yoğun şekilde beslemesi üzerine toplu mezarların üzerinde Artemis isimli çiçekler fışkırdı. Sadece bu çiçeklerle beslenen " Mavi Kelebek"ler de toplu mezarların üzerinde uçup duruyordu. Bosna'da mavi kelebekler takip edilerek 300 toplu mezar bulundu. Onlar sayesinde toprak altında yatan binlerce insanın çığlığı gün yüzüne mavi kelebekler sayesinde çıktı.Bu yüzdendir ki mavi kelebekler bu dramın simgesidir.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Kavuşamayan Ünlü Aşıklar-3

Cemal Süreya'nın Soyadı Hikayesi
Evet, hikayemiz bir soyadının değişimiyle ilgili ancak hüzünlü aşk öykümüz iddiayı kazanan tarafla ilgili...
Cemal Süreya'nın soyadındaki "y" harfini kaybedişine dair pek çok iddia var. Ben sizinle en çok rağbet gören iddiayı paylaşayım.(Malum, en çok rağbet gören her şeyde olduğu gibi bunda da aşk ve entrika var.)
Cemal Süreya ve Sezai Karakoç üniversitede sınıf arkadaşıdır ve sınıflarında 'Muazzez Akkaya' isminde bir de kız varmış. İkisi de bu kızı gizliden gizliye severlermiş. Sınıfta gün boyu aynı kıza duydukları ilgiyi birbirlerine anlatırlarmış. Hatta Muazzez'e yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlarmış. Sonra bu aşk, zamanla kızışmış ve birbirlerine 'ben elde ederim, sen edersin' derken 'kim elde edecek?' diye iddiaya tutuşmuşlar. Kaybeden büyük bir bedel ödeyecek demişler. Ve bu bedel ömrü boyunca üzerinde kalacak. Bedene fiziksel bir zarar olmayacak diye de karar kılmışlar. Ve sonunda adını değiştirmeye gelmiş olay.
Cemal Sürey(y)a kazanırsa ;Sezai Karakoç'un soyadı 'Karkoç' olacak.
Sezai Karakoç kazanırsa ; CemaL Süreyya'nın soyadı 'Süreya' olacak.
Tahmin ettiğiniz gibi kızı Sezai Karakoç elde eder ve onunla çıkmaya başlar. Cemal Süreyya da gidip tek 'Y' harfini attırır soyadından... İşte Süreyya'dan Süreya'ya geçiş dönemi böyle olmuştur.
Peki sonrasında ne oldu?
Muazzez Akkaya Sezai Karakoç'un kendisi ile bir iddia sonucu çıktığını öğrenir. Biraz da sorunları olan Muazzez bunu kaldıramaz ve okulu bırakıp ve memleketi olan Geyve'ye gider. Sezai Karakoç bu duruma çok üzülür ve Muazzez Akkaya'ya ithafen Mona Rosa'yı yazar. Şair Karakoç,1950 yılında Mülkiye'de öğrenci iken yazmıştır ancak 2002 yılına kadar yayımlanmamıştır.
Evet iddia böyle, ancak Muazzez Akkaya'nın Karakoç tarafından elde edildiği biraz şaibelidir. Zira ilerleyen yıllarda evlenip, evlat sahibi olan Muazzez Akkaya'ya :" Sezai Karakoç'u anımsıyor musunuz?" diye sorulduğunda : "Hayır, öyle birisi hayatımda hiç olmadı." der.
Bence böyle demesi gayet normal bir beyandır; çünkü o sıralarda Muazzez Hanım evlidir ve yuvasını yıkmak istemez.
Aşkın efsanesi böyle, ancak bazı araştırmacılar Sezai Karakoç'un Muazzez Hanım'a hiç açılmadığını söyler.Muazzez Hanım okulunu pekiyi dereceyle bitirir, okul günlerinde (Karakoçtan) isimsiz şiirleri paltosunun cebinde bulur ve okul bitince Maliye Bakanlığında üst düzey görevler yapan Orhan Giray'la evlenir. Aşk söz konusu olunca rivayetler bitmez Hadi şimdi dörtlüklerin ilk dizelerin harfleriyle Muazzez Akkaya'm yazan en ünlü akrostiş şiiri hatırlayalım, ne dersiniz? Şiirden bir bölüm:)