25 Nisan 2015 Cumartesi

Kavuşamayan Ünlü Aşıklar-2

Şükufe Nihal ve Faruk Nafiz'in Yarım Kalan Aşkı

Şükufe Nihal'in konaklarda başlayıp ne yazık ki huzurevinde sonlanan yaşam öyküsü oldukça ilgi çekicidir.Döneminin en güzel değil ama alımlı, en başarılı, en kendinden söz ettiren, en yetenekli, en çok aşık olunan, en çalışkan, en dikkat çekici kadınlarından biri...Hem milli mücadele yıllarında yaptığı çalışmalar hem kadın hakları konusunda çabaları takdire şayandır. Eğitim konusunda da çokça gayret gösterdiği ve yıllarca pek çok okulda öğretmenlik yaptığı bilinen yazarımızın pek de bilinmeyen bir özelliği vardır: O, bizim ilk üniversite mezunu kadınımızdır.

Edibimizi, henüz on altı yaşında(bazılarına göre on sekiz yaşında) yaptığı ilk evliliğinin mutsuzluğu üzerine ki Tanzimat edebiyatçılarınca “eğitimli kadın trajedisi” olarak adlandırılan ve “ruh eşini” bulamamaktan dolayı mutsuz evlilikler yapıp bedbaht olan kadınlardan biri  olarak da görürüz. Şükufe Nihal Başar...Döneminin önemli aydınlarından Mithat Sadullah Sander ile ilk evliliğini yapan Şükufe Nihal’e, bu arada  kendisinden aruz dersleri alan eşinin yakın arkadaşı ve aynı zamanda Cenap Şehabettin’in kardeşi olan  Osman Fahri adlı şair ve ressam aşık olur. Lakin güzelliğiyle döneminde adından çokça söz ettiren Şükufe Nihal evli olmasının bilincinde olarak bu aşka karşılık vermez.Şükufe Nihal evliliğinde oldukça mutsuzdur, hatta bir keresinde bileklerini keserek intihara kalkışır. O günlerdeki dert ortağının kendisine aşık olduğunu anlayınca hemen ondan kaçar.(Üstelik çocuğunu da alıp kocasını da terk eder.)

Bunun üzerine Osman Fahri hem reddedilmiş birisi olarak, hem de en yakın arkadaşının eşine aşık olmuş birisi olarak bu durumu kendisine yediremez, İstanbul’u terk eder ve Şükufe Nihal’le sadece mektuplar üzerinden iletişim kurmaya çalışır ancak karşılık bulamaz. Zira Şükufe Nihal’den dostça ve arkadaşça kısa yanıtlar almakta hayal ettiği mutluluğa erememektedir. Otuz yaşlarında şiddetle kapıldığı aşktan yana sevdiği kadından karşılık bulamayınca üzüntü ve kederden buhranda olduğu  bir gece tabancasını şakağına dayayarak  intihara teşebbüs eder ve bitkisel hayata girer. Dört ay sonra da İstanbul’da vefat eder.
Bu aşk Şükufe Nihal’de derin bir iz bırakır ve “Yakut Kayalar” adındaki biyografik romanı kaleme alır ki bu romanda Şükufe Nihal’ın bütün yaşantısı bir şekilde kendi ağzından anlatılmaktadır.

Döneminde cemiyet hayatının en önemli gözde kadınlarından olan ve etrafı kendisine hayran erkeklerin iltifat ve övgüleriyle çevrili olduğu halde Şükufe Nihal, hem yaşadığı mutsuz evlilik, hem Osman Fahri’nin aşkından dolayı yaşadığı dramdan olsa gerek içine kapanır ve uzun bir süre insan içine çıkmaz. Kocasından ayrılır. Adile Ayda ile yaptığı konuşmasında o tarihten sonra bir daha mutlu olamadığını, onun ölümünden kendini mesul tuttuğunu, yazdığı bütün şiirleri ona yazdığını, hayatında sadece bir tek  Osman Fahri’yi sevdiğini anlatacaktır:
“Zaten insan hayatında bir kez sever. Gerisi kapılış aldanış.Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim”.
Hatta “Yakut Kayalar” romanında adeta bu trajediyi anlatır gibi, pişmanlığını dile getirir gibi şu ifadelere yer verir:
“Seneler… Kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz seneler… Onun ve benim arama girdiniz, aramıza yığın yığın küller yığdınız. Ve siz, kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz insanlar! Ben ondan sizin için ayrıldım. O, sizin yüzünüzden öldü. Onu ben öldürdüm, onu bana siz öldürttünüz. Seni kime feda ettim? Seni, beni et ve kemikten başka hiçbir  şey zannetmeyen et ve kemik yığını insanlara mı?” (s. 56, Yakut Kayalar)
Bu hazin aşk hikayesi ölümle sonuçlandıktan sonra Şükufe Nihal ikinci evliliğini kızının babası Ahmet Hamdi Başar ile yapacak ancak yine mutlu olamayacaktır.

Şükufe Nihal' aşık pek çok ünlü şairimiz vardır. Bunlarda birisi de Nazım Hikmet...1920'li yıllar. Erenköy bahçelerinde, köşklerinde şairler yan yana gelip edebi sohbetler yapıyorlardı.

Bu toplantıların birinde...

Názım Hikmet bir káğıda bir şeyler yazıp Şükûfe Nihal’e vermesi için Halide Nusret’e (Zorlutuna) uzattı.

"Bir Devrin Romanı" adlı eserinde Zorlutuna olayı şöyle yazdı:

"O (Şükûfe Nihal) okuduktan sonra, gülerek káğıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, káğıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı: ’Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz’."

Názım Hikmet
ile Şükûfe Nihal sevgili oldular mı?


Halide Nusret Zorlutuna’nın, kız kardeşi İsmet Kür’e söylediğine göre, Názım Hikmet "Bir Ayrılış Hikáyesi" adlı şiirini Şükûfe Nihal için yazmıştı. Bu şiir ilişkinin boyutunu gösteriyor aslında:

"Erkek kadına dedi ki/seni seviyorum,/ ama nasıl?/

avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp/

parmaklarımı kanatarak/ kırasıya/ çıldırasıya.../

Erkek kadına dedi ki/ seni seviyorum,/ ama nasıl?/

kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,/

yüzde yüz, yüzde bin beş yüz/ yüzde hudutsuz kere yüz/

Kadın erkeğe dedi ki/ baktım,/ dudağımla, yüreğimle, kafamla;/

severek, korkarak, eğilerek,/ dudağına, yüreğine, kafana/

şimdi ne söylüyorsam/ karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana/

ve artık biliyorum:/ toprağın/ yüzü güneşli bir ana gibi/

en son, en güzel çocuğunu emzirdiğini/

fakat neyleyim/ saçlarım dolanmış/ölmekte olanın parmaklarına/

başımı kurtarmam kabil/ değil/

sen yürümelisin,/ yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak/

sen yürümelisin/ beni bırakarak/

Kadın sustu/ sarıldılar/

Bir kitap düştü yere/ kapandı bir pencere/ ayrıldılar"

Dönemin ünlü şairlerinden sadece Názım Hikmet áşık değildi Şükûfe Nihal’e! Yakın dostu Halide Nusret Zorlutuna’ya göre, Ahmet Kutsi Tecer de Şükûfe Nihal’e áşık edebiyatçılardan biriydi. Fakat Şükufe Nihal'in en bilinen aşkı kuşkusuz  Faruk Nafiz Çamlıbel'dir. Faruk Nafiz  yaşamı boyunca unutamayacağı büyük aşkı Şükûfe Nihal’i halasının Erenköy’deki köşkünde gördü ilk kez. Ve ilk görüşte áşık oldu.

Aşk karşılıklıydı. Hep şiirler yazdılar birbirlerine.

"İnce bir kızdı bu solgun sarı heykel gibi lal/

Sanki ruhumdan uzat sisli bir akşamdı Nihal/

Ben küreklerde Nihal’in gözü enginlerde/

Gizli sevdalar için yol soruyorduk nerde./"
Aşkları üzerine roman yazdılar.

Faruk Nafiz Çamlıbel "Yıldız Yağmuru"nda, Şükûfe Nihal ise "Yalnız Dönüyorum" adlı romanda sevdalarını dile getirdiler.

Yazar Selim İleri de, "Mavi Kanatlarında Yalnız Benim Olsaydın" adlı romanında edebiyat çevrelerinin çok konuştuğu bu aşkı anlattı.Aradığı ve idealize ettiği sanatkar eş ve sevgiliyi - aşkı  bir türlü bulamayan ve ruhu yalnızlıklar ülkesine sürüklenen bu hassas ve duygulu kadın, uzunca bir aradan sonra Faruk Nafiz’i yarasına merhem  gibi, bir umut gibi görür ancak Faruk Nafiz’in defalarca yaptığı evlilik teklifini de kabul etmedi, zira kızına üvey bir baba istemedi. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan Faruk Nafiz Çamlıbel evlilik teklifine hep olumsuz yanıt alması üzerine sinirlenerek tayinini Ankara’ya çıkardı. Ve burada; Ankara Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapan Aziziye Hanım ile ani bir evlilik yaptı. Yıl 1931’di.

Bir zamanlar; "Yalnız kalmaktansa Nihal’imden uzakta/ Kalsam diyorum, dar-ü diyarımdan uzakta" diyen şairin bu ansızın evlenmesi edebiyat çevrelerini çok şaşırttı. En çok da Şükûfe Nihal’i; gerçi kavga ettikleri için bir süredir görüşmüyorlardı ama o da anlam verememişti bu ani evliliğe...

Çamlıbel yanıtını beş yıl sonra, 1936’da çıkan "Yıldız Yağmuru" adlı romanında verdi. Romanın kadın kahramanı ayrılığı, aşkı ölümsüzleştirmek için istemişti. Romanın erkek kahramanı ise bu ayrılık nedeniyle gidip sade bir kadınla evlenmişti. Roman ne kadar gerçeği yansıtır bilinmez!
Bu Şükufe Nihal’i derinden yaralar ve bir daha barışmazlar ölünceye kadar bu kırgınlık ve öfke sürer.

Yıllar sonra 1954 yılında Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Sermet Sami Uysal, Faruk Nafiz Çamlıbel’e sordu: Eşinizle aşk evliliği mi yaptınız?

Yanıt ilginçti: "Hayır. Birbirimizi beğenip evlendik; duygudan çok kafa izdivacı oldu daha doğrusu."

Kim bilebilir; belki de Faruk Nafiz Çamlıbel ölümsüz aşkını hiç unutamadı. Sadece rastlantı mıdır; Şükûfe Nihal’in ölümünden bir buçuk ay sonra vefat etti!
Mesela Faruk Nafiz Çamlıbel “Allahaısmarladık” adlı şiirini bu içli aşkı bitirişi üzerine yazar:
Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.
 
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Faruk Nafiz Çamlıbel’in ani evliliğinin ardından Şükûfe Nihal de evlilik kararı aldı. Ahmet Hamdi Başar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşıydı. Okul arkadaşının zaman içinde ülkenin sosyal sorunlarına ilgi göstermesi çok hoşuna gidiyordu. Ayrıca oğlu Necdet’e yakın ilgisi de bu evliliğe zemin oluşturdu. Evlendiler. Şükûfe Nihal, kızı Günay’ı bu evliliğinden dünyaya getirdi. Ancak aradığı huzuru bulamadı; eşi sürekli politik beklentiler, arzular peşindeydi. 1960’ta Şükûfe Nihal, iki çocuğunu alıp kimseye haber vermeden evden ayrıldı. Boşandılar.

Altmış beş yaşındaydı.

Aşkı sadece ruhunda yaşıyordu. O aşkın sahibi ise sevdası uğruna ölümü seçen Osman Fahri’ydi.

Yakın dostlarına, "Tek aşkım odur. Beni tek seven de odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı" diye dert yandı hep. "Yakut Kayalar" adlı romanının kahramanıydı Osman Fahri. Onun aşkı uğruna mecnun oluşu, ideal aşkı arayan romantik Şükûfe Nihal’e şiirler yazdırdı:

"Sana mecnun dediler/ Mukaddestir gözümde/ Cinnet, o günden beri..."Hafızasını kaybedene kadar düşüncesinde, dilinde, kaleminde hep Osman Fahri vardı... Bunda Faruk Nafiz'in onda yaşattığı hayal kırıklığı da etkendi muhtemelen; zira onun evlenişi Şükufe Nihal'i derinden sarstı. Faruk Nafiz de Şükufe Nihal'den hemen sonra hayata gözlerini kapayarak aşkın onulmaz yarasıyla dolu yaşamında en çok onu sevdiğini hep hissettirdi.






1962 yılında başına talihsiz bir olay geldi; caddeyi karşıdan karşıya geçerken araba çarptı. Kaza sonucu birçok ameliyatlar geçirdi. Sol bacağı kısa kaldı.

Hayatın zorlaşması sonucu yakın arkadaşları Hasene Ilgaz ve İffet Halim Oruz’un açtıkları Bakırköy’deki huzurevine yerleşti.

Kızı Günay’ın bebeğini doğururken hayata gözlerini yumması, yaşamla ilişkisinin kopmasına neden oldu.

Yurtdışında felsefe öğrenimi gördükten sonra Türkiye’ye gelip Taksim ve Osmanbey’de İstanbul’un en tanınmış iki kitabevini açan oğlu Necati Sander, annesinin bu durumuna çok üzülüyor ve onu böyle görmemek için yanına pek uğrayamıyordu.

Kız kardeşleri Bedai Taş ve Muhsine Akkaş da artık yaşlanmışlardı; sık gelemiyorlardı huzurevine.

Şükûfe Nihal zamanla konuşmayı tamamen kesti.

Ve 24 Eylül 1973’te hayata gözlerini kapadı.

Rumelihisarı Aşiyan Mezarlığı’na defnedildi.

Adı okullara verilen Şükûfe Nihal’in mezarı bugün iç acıtacak kadar bakımsızdır...

8 Nisan 2015 Çarşamba

Kavuşamayan Ünlü Aşıklar-1

Yahya Kemal ve Nazım Hikmet'in Annesi Celile Hanımın Büyük Aşkı
Aysel Hacır'ın romanı bir kez daha hatırlattı bize iyi şair, kötü aşık Yahya Kemal ile Celile Hanımın aşkını...


 Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım yaptığı resimler kadar güzelliği ile de dillere destandı. İstanbul sosyetesinin bu ünlü ismi, Nazım Paşanın oğlu Hikmet Beyle evlenir. Nazım Hikmet de varlığını ve adını bu evlilikten alır; ancak Celile Hanım ve kocası arasında şiddetli geçimsizlik başlar. Bu yıllarda Nazım Hikmet’in şiir hocası Yahya Kemal, Nazım Hikmet’in evine ders için gittiğinde kendini Celile Hanım’ın güzelliği ve kültürel zenginliğiyle büyülenmiş bulur.Yahya Kemal ve Celile Hanım arasındaki aşkın başlamasından bir müddet sonra, Celile Hanım anlaşamadığı eşinden ayrılır. Celile Hanım ve Yahya Kemal arasındaki aşk artık Bahriye Mektebinde de dillendirilir olmuştu. Dedikodular yayıldıkça öğrenciler ve Yahya Kemal arasında hoş olmayan diyaloglar gelişti. Hatta öğrencilerden Necip Fazıl, öğretmeniyle ironik bir şekilde dalga geçtiği için “Kodes” adı verilen tahta dolaba girme cezası alır.Ne var ki Yahya Kemal ve Celile Hanım arasındaki aşk alevlenerek artmaktadır. Celile Hanım dönemi için muhteşem denilebilecek yeteneklere sahiptir; yabancı dil bilir, piyano çalar, resim yapar. Yahya Kemal ise döneminin en önemli isimlerindendir. 

Elbette bu kadar dilden dile dolaşan aşk sonunda Nazım Hikmet tarafından da duyulur. Nazım bir gün “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.” yazılı bir notu Yahya Kemal’in paltosunun cebine bırakır. Bu nottan sonra Yahya Kemal bir dönem Nazım Hikmet ile karşılaşmamak için Celile Hanım’ın evine gitmez. Celile Hanım ise evlilik hazırlıklarındadır. Celile Hanıma deli gibi aşık olsa da evlenmekten tüm yaşamı boyunca kaçan şairimiz, Celile Hanıma hiçbir zaman onun hayalini kurduğu evlilik teklifini yapmaz.Celile hanım bu üzüntüyle Paris’e gider. Uzun müddet orada resim dersleri alır ama bir daha asla Yahya Kemal ile görüşmez. İstanbul’a döndüğünde kişisel sergiler açar,dönemin en aktif kadın ressamlarından sayılır. 
 Yıllar geçer, Nazım tutuklanmıştır.Celile Hanım yaşlanmıştır, görmeyen gözlerle oğlunun hapisten kurtulması için Galata Köprüsünde oldukça ses getiren bir açlık grevi yapar. Rivayete göre Yahya Kemal tesadüfen bu eylem sırasında Celile Hanım’ı görür; ama görmezden gelir. Yıllar sonra öldüğünde evraklarının içinden kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıkar “Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”
Celile Hanım muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermiştir Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...
Gelelim Sessiz Gemi şiirine, biz hep bu şiiri ölüme yazılmış bir şiir olarak biliriz; ancak da aslında demir alıp bu limandan kalkan gemi...

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...

Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...

Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu..Fakat aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir...
Artık demir almak günü gelmişse zamandan...
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...

3 Nisan 2015 Cuma

İz Bırakanlar-1

Toplum Sosyoloğu- Kayahan

Yıldızlar kayıyordu gökyüzünden.Günlerimize anlam katan, acılarımızı paylaşan, hiç tanımasak da en iyi tanıdığımız insanlardan daha fazla sevdalarımıza ortak olan birinin şarkıları yetim kaldı. Geçmişimizin , günlerimizin hassas sesi bugün bedensiz kaldı, bizim ruhlarımızda bir aşk hikayesinin sözlerini bırakarak.
 Kayahan...Bir öfkeye mahkum ettim her şeyi diyerek,çıktığımız yolda yolu sevgiden geçen herkesle birgün bir yerlerde buluşmayı umdu. Asırlardır yalnızlığa mahkum olmuş yüreklere posta posta hatıralar gönderdi. Ben perişan günlerim dar anlamazsın yar dedi, odalarda ışıksız kaldı virane kaldı, seni sensiz duvarlara yazdı. Gül dalında bülbül arayanlara bir garip serçenin de gül dalına konabileceğini hatırlattı, geceler boyu yar yar diye inlerken dört duvardaki efkarı bizimle paylaştı.Sen de mi, aklıma sığmıyor, sen misin her şeyi silmekten vazgeçen,  yine bana hüsran düştü dedirten, bizi yarı yolda bırakan sevgililere, anlam veremedi.Dönemediği yeminler etti,gel vefasız gel vicdansız çağırmazdım acil olmasa gel insafsız yanıyorum arzularınla dediği sevgiliye, adresim aynı geceler aynı diyerek yol gösterdi. Bizimkisi bir aşk hikayesi dediği büyük aşklarda sevgiliye sonsuz bağlandı emrin olur gülüm baş üstüne dedi sevgiliden gelen her sıkıntıyı sevdanın parçası kabul etti. Sevenleri ayırmayın, sevenler ayrılmayın sloganı dolaştı dilden dile sayesinde. Bizim adımıza seslendirdi söyleyemediklerimizi, bazen kabul etmediğimiz duygularla yüzleştirdi bizi, en sonunda birlikte beni anlamadın ya ben ona yanıyorum derken bulduk kendimizi.Toplum içinde, toplumun bireyi olarak en doğru analizleri yapan bir toplum sosyologuydu bence bugün kaybettiğimiz insan. söylediği her söz toplumdaki her kesimde karşılığını buldu. Ölümsüzlük herkese nasip olmaz ama Kayahan duruşu, sözleri ve besteleriyle ölümsüzlüğe ulaştı. Hayal edin, hayal ettiğiniz sürece yaşarsınız diyordu ya biz bugün hayalleri sonsuza bıraktık.